Yolsuzluk operasyonu patlak verdiği günden beri, "Operasyonu yapanlar, elde edilen delilerin tamamını en şeffaf haliyle paylaşmadıkça, toplumun belli kesimleri birbirini yemeye devam edecek" diyorum.
Belli ki, tapeleri yayınlayıp telefon kayıtlarını saklayanlar, videoları kırparak televizyonlara servis edenler, bir algı yaratmaya çalışıyor.
Herkesin dilinde "Ayakkabı kutuları", "Para sayma makinesi" ve "Para kasaları" olduğuna göre bu algının oluşmasında başarıya ulaşılmış görünüyor. Oysa ki polis, para sayma makinesini bizzat kendilerinin getirdiğini kabul etti ama, geçmiş ola...
Bundan sonra suçlananların alnından nur zerrecikleri fışkırsa dahi bu algı kolay kolay değişmez.
Halkın, birbirinden bağımsız 3 operasyonun aynı güne tıkıştırılmasına kulak astığı yok. Herkes operasyonun büyüklüğünü konuşuyor. Çünkü dikkatlerin bu yöne kaydırılması özellikle planlandı.
Öyle bir algı oluşturuldu ki, operasyonla ilgili ne yazarsan yaz fayda etmiyor. Ancak bakan çocukları başta olmak üzere olaya adı karışanların tamamına en ağır hakaretleri edersen dikkate alınıyorsun.
Yoksa ya yandaşsın, ya da yalaka!
Beri tarafta da durum farklı değil. Operasyonunun bir oyun olduğunu yazman da pek fayda etmiyor. Bakan çocuklarını aklayan bir satır yazmazsan, adın bir anda dönek, hain, davayı satan adam oluveriyor.
Oysa başından beri dikkat çekmek istediğimiz tek nokta var.
Bir tarafa "Bu operasyon üzerinden Türkiye'nin geleceğine, istikbaline kasdetmek isteyen kirli eller de iş başında. Yolsuzlukla suçlananları konuşurken bunu da gözardı etme" derken, diğer tarafa ise, "Ülkenin kaderine kastedenler olabilir ama bu soruşturmaya dahil olan isimlerin tamamının suçsuz olduğunu göstermez" diyoruz.
Maalesef sonuç değişmiyor.
Erdoğan nefreti ile Erdoğan sevgisi çarpışırken olan "adalete güvenin" diyen kesime oluyor.
Öyle bir çıldırmışlık hali ki, kimse olayın nereye varacağını hesap etmiyor. Kimin haklı, kimin haksız olduğu önemli değil. Herkes bu savaşı kendi tarafının kazanması için, tuttuğu adamın rakibini kündeye getirip mindere çarpması için çırpınıyor. Türkiye kıyametini yaşamaya hazırlanırken kimse kapı aralağından süzülen felaketi görmüyor.
***
Dün bulunduğum bir arkadaş toplantısında olayın nereye varacağı soruldu. "Adım adım Suriye olma yolunda ilerliyoruz" dediğimde, "O iş o kadar kolay mı ya saçmalama" diyerek kestirip atanlar çok oldu.
Onlara da anlattım, size de anlatayım.
Lütfen Gezi olaylarının yaşandığı günlere dönün. O olaylar sırasında "Hükümeti deviriyoruz" diyenlerin önündeki en büyük engel neydi? Erdoğan'ın o günlerde "Destan yazdılar" dediği Emniyet teşkilatıydı değil mi?
Farkında mısınız bilmiyorum.
Yolsuzluk operasyonu başladığından beri birileri halkı yeniden sokaklara çekmeye çalışıyor. Kadıköy'de, Ankara'da, Hatay'da insanlar Gezi 2'nin provasını yapıyor. Bir kıvılcıma bakıyor oyun kurucular. Yaşanacak yeni bir ayaklanma sırasında Erdoğan'la kavgalı olan bir polisi daha rahat aşabileceğinin hesabını yapıyor perde arkasındakiler.
Polis teşkilatı ile iktidar arasındaki uçurum ne kadar derin olursa, başarı da o kadar mutlak olacak. Devleti ele geçirmek isteyenlerle iktidar ve yanlıları arasında bir duvar kalmayacak.
Daha Türkçesi, iç savaş!
Şimdi herkes birbirine, "Peki hükümetin yaptığı bu operasyonlar neyin nesidir?" diye soruyor.
Bunu 2 ayrı başlıkta anlatmaya çalışacağım. Sonra da cemaat bu işin neresinde, ona cevap arayalım hep beraber.
1- Polise yapılan müdahale:
İstanbul'da yapılan operasyonda görev verilen bazı polislerin, diğer illerden "çok özel bir görev" emriyle getirildiği bilgisine ulaşıldı. Hükümete göre bu polislerin tamamı cemaate yakın isimlerdi.
Bu operasyonun 23 farklı ilde daha eş zamanlı yapılması için hazırlıklar yapılıyordu. Operasyon sırasında aralarında Kaymakam, Vali, Belediye Başkanı ve mülki amirlerin olduğu binlerce insanın gözaltına alınması, günlerce sorgulanması planlanıyordu. Hatta operasyonun Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'a uzanması durumu vardı. Suçlu veya suçsuz olduğuna bakılmaksızın, oğlunu gözaltına alıp Erdoğan'ın itibarını ve karizmasını yerle bir etme girişimleri vardı.
Hükümetin yaptığı atak bu durumu engellemeye yönelikti. Çünkü operasyonlardan sonra yüzbinlerce insanın sokaklara dökülüp eylem yapması, planlanan oyunun bir parçasıydı.
2- Savcılara yapılan müdahale:
Operasyonu gizlilik içinde yürütenler delil ve belgeleri medyaya servis ederken, sanıkların avukatlarına dahi göstermemekte özel bir çaba harcadı.
Opesaryonun perde arkasında cemaate yakın isimlerin olduğu söylentisi de yayılınca HSYK aldığı kararla iki savcıyı görevlendirdi.
Görevlendirilen bu savcılar, soruşturmayı başından beri yürüten savcılara dahil oldu. Her bir sorgulamaya iki savcı girdi. Alınan ifadelerin 2 savcı tarafından imzalanmadan kabul edilmeyeceği özellikle vurgulandı. Böylece cemaate mensup olduğu iddia edilen savcıların haksızlık yapma ihtimallerinin önüne geçildi.
4 bakan hakkında daha operasyon başlamadan 530 sayfalık fezlekelerin hazırlandığı, polislerin önüne "İmzala" diye sürüldüğü gerçeği ortaya çıktığına göre, hükümetin önlem alması size doğru gelmiyorsa bilemem tabi...
Peki gerçekten cemaat bu operasyonun içinde yer alıyor mu?
İşin doğrusunu isterseniz buna kimse inanmak istemiyor. Ancak Cemaate yakın gazete ve televizyonların düne kadar karşısında olduğu Sözcü, Cumhuriyet, Aydınlık, Hürriyet gibi gazetelerle bir çırpıda aynı çizgiye gelmesi inanmak istemeyenlere bile "Evet cemaat bu işin planlayıcısı" dedirtiyor.
"Yapılan yolsuzluğun milyar dolarları bulduğu belirlendi" diyen bir televizyon kanalınız varken, cemaate bağlı yayın organları ve cemaatin tepe isimlerinin tamamı iktidara lanetler okurken, "Biz bu işin dışındayız" sözü, inandırıcılığını kaybediyor..
Filmlerden alınan seks görüntülerini, "Bu görüntüdeki Numan Kurtulmuş" diye yayan namussuzlara destek veren sosyal medyaki bazı kirli savaşçıları izleyenler ikna olamıyor.
Hal böyle olunca, Gülen Hocaefendi'nin "Hakimlere ve savcılara gerekirse rüşvet verip kendi tarafınıza çekin" konulu eski kasetleri yeniden servis ediliyor. "Rüşvet ve yolsuzluğun fetvasını veren sizdiniz" diyenlerin sayısı günden güne artıyor.
Cemaat sözcülerinin yolsuzluğa ve rüşvete bulaşanlara lanet okurken bir yandan da şu sorulara cevap vermesi gerekiyor:
1- Düne kadar 7/24 "Dershaneler kapanmasın" diyen tüm yayın organları sanki bu tartışma hiç yaşanmamış gibi davranıp dershanelerle ilgili tek satır yazmaması, tekbir habere yer vermemesi normal mi?. Hani asıl meseleniz dershane meselesiydi? Hani dershanelere dokunan gayretullaha dokunurdu. Bu yayınlar neden aniden bıçak gibi kesildi?
2- "Fethullah Gülen beni yolsuzluk işlerinde kullandı. Bir çok kişi ve kuruma rüşvet vermem için görevlendirdi" diyerek yıllarca cemaate etmedik hakaret bırakmayan Nurettin Veren nasıl susturuldu? Şu an cemaate bağlı bir kurumda görev başında mı, değil mi?
3- TGRT HABER'de, Hadi Özışık'ın sunduğu Basın Odası programında "Cemaat cemaatliğini, devlet devletliğini bilecek" diyen Egemen Bağış'a, Zaman Gazetesi'nin başındaki Ekrem Dumanlı tarafından "Bunu senden beklemiyordum. Alacağın olsun!" diye bir tehdit mesajı gönderildi mi, gönderilmedi mi?
Yolsuzlukla ilgili oluşan algının bir benzeri de cemaat hakkında da oluşmuş görünüyor. Bu sorular cevap bulmadan o algının değişmesi hiç de kolay görünmüyor.
Anlamak istemeyenler için özel dipnot: Hepimiz aynı Kıble'ye dönüyor, aynı Allah'a inanıyor ve aynı kitaba iman ediyoruz. Kaldı ki, bu inançlara mensup olmayanlar bile yolsuzluğa, rüşvete ve yetim malına el sürülmesine hoşgörüyle bakmaz, bakmıyor.
Bizim derdimiz, ülke ekonomisine son dönemde 87 milyar dolar katkıda bulunan Halkbank'a yapılan operasyona neden sessiz ve tepkisiz kalındığı. ABD Büyükelçisi'nin, "Halkbank konusunda uyarmıştık. Şimdi bir liderin devrilişini izleyeceksiniz" sözlerine neden sessiz kalındığıdır bizi yaralayan.
Yolsuzluğa adı karışanların elde ettiği 11 milyon dolar gündemde tutulurken, son bir haftada Halkbank dahil, devletin kasasından hortumlanan 40 milyar doların hesabının sorulmamasıdır bizi kahreden.
"Mesele sadece yolsuzluk değil arkadaş" dememiz bundan.
Sen hala anlamadın mı?
Kaynak:http://dunyagerceklerim.blogspot.com/2013/12/savc-polis-cemaat.html
Belli ki, tapeleri yayınlayıp telefon kayıtlarını saklayanlar, videoları kırparak televizyonlara servis edenler, bir algı yaratmaya çalışıyor.
Herkesin dilinde "Ayakkabı kutuları", "Para sayma makinesi" ve "Para kasaları" olduğuna göre bu algının oluşmasında başarıya ulaşılmış görünüyor. Oysa ki polis, para sayma makinesini bizzat kendilerinin getirdiğini kabul etti ama, geçmiş ola...
Bundan sonra suçlananların alnından nur zerrecikleri fışkırsa dahi bu algı kolay kolay değişmez.
Halkın, birbirinden bağımsız 3 operasyonun aynı güne tıkıştırılmasına kulak astığı yok. Herkes operasyonun büyüklüğünü konuşuyor. Çünkü dikkatlerin bu yöne kaydırılması özellikle planlandı.
Öyle bir algı oluşturuldu ki, operasyonla ilgili ne yazarsan yaz fayda etmiyor. Ancak bakan çocukları başta olmak üzere olaya adı karışanların tamamına en ağır hakaretleri edersen dikkate alınıyorsun.
Yoksa ya yandaşsın, ya da yalaka!
Beri tarafta da durum farklı değil. Operasyonunun bir oyun olduğunu yazman da pek fayda etmiyor. Bakan çocuklarını aklayan bir satır yazmazsan, adın bir anda dönek, hain, davayı satan adam oluveriyor.
Oysa başından beri dikkat çekmek istediğimiz tek nokta var.
Bir tarafa "Bu operasyon üzerinden Türkiye'nin geleceğine, istikbaline kasdetmek isteyen kirli eller de iş başında. Yolsuzlukla suçlananları konuşurken bunu da gözardı etme" derken, diğer tarafa ise, "Ülkenin kaderine kastedenler olabilir ama bu soruşturmaya dahil olan isimlerin tamamının suçsuz olduğunu göstermez" diyoruz.
Maalesef sonuç değişmiyor.
Erdoğan nefreti ile Erdoğan sevgisi çarpışırken olan "adalete güvenin" diyen kesime oluyor.
Öyle bir çıldırmışlık hali ki, kimse olayın nereye varacağını hesap etmiyor. Kimin haklı, kimin haksız olduğu önemli değil. Herkes bu savaşı kendi tarafının kazanması için, tuttuğu adamın rakibini kündeye getirip mindere çarpması için çırpınıyor. Türkiye kıyametini yaşamaya hazırlanırken kimse kapı aralağından süzülen felaketi görmüyor.
***
Dün bulunduğum bir arkadaş toplantısında olayın nereye varacağı soruldu. "Adım adım Suriye olma yolunda ilerliyoruz" dediğimde, "O iş o kadar kolay mı ya saçmalama" diyerek kestirip atanlar çok oldu.
Onlara da anlattım, size de anlatayım.
Lütfen Gezi olaylarının yaşandığı günlere dönün. O olaylar sırasında "Hükümeti deviriyoruz" diyenlerin önündeki en büyük engel neydi? Erdoğan'ın o günlerde "Destan yazdılar" dediği Emniyet teşkilatıydı değil mi?
Farkında mısınız bilmiyorum.
Yolsuzluk operasyonu başladığından beri birileri halkı yeniden sokaklara çekmeye çalışıyor. Kadıköy'de, Ankara'da, Hatay'da insanlar Gezi 2'nin provasını yapıyor. Bir kıvılcıma bakıyor oyun kurucular. Yaşanacak yeni bir ayaklanma sırasında Erdoğan'la kavgalı olan bir polisi daha rahat aşabileceğinin hesabını yapıyor perde arkasındakiler.
Polis teşkilatı ile iktidar arasındaki uçurum ne kadar derin olursa, başarı da o kadar mutlak olacak. Devleti ele geçirmek isteyenlerle iktidar ve yanlıları arasında bir duvar kalmayacak.
Daha Türkçesi, iç savaş!
Şimdi herkes birbirine, "Peki hükümetin yaptığı bu operasyonlar neyin nesidir?" diye soruyor.
Bunu 2 ayrı başlıkta anlatmaya çalışacağım. Sonra da cemaat bu işin neresinde, ona cevap arayalım hep beraber.
1- Polise yapılan müdahale:
İstanbul'da yapılan operasyonda görev verilen bazı polislerin, diğer illerden "çok özel bir görev" emriyle getirildiği bilgisine ulaşıldı. Hükümete göre bu polislerin tamamı cemaate yakın isimlerdi.
Bu operasyonun 23 farklı ilde daha eş zamanlı yapılması için hazırlıklar yapılıyordu. Operasyon sırasında aralarında Kaymakam, Vali, Belediye Başkanı ve mülki amirlerin olduğu binlerce insanın gözaltına alınması, günlerce sorgulanması planlanıyordu. Hatta operasyonun Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'a uzanması durumu vardı. Suçlu veya suçsuz olduğuna bakılmaksızın, oğlunu gözaltına alıp Erdoğan'ın itibarını ve karizmasını yerle bir etme girişimleri vardı.
Hükümetin yaptığı atak bu durumu engellemeye yönelikti. Çünkü operasyonlardan sonra yüzbinlerce insanın sokaklara dökülüp eylem yapması, planlanan oyunun bir parçasıydı.
2- Savcılara yapılan müdahale:
Operasyonu gizlilik içinde yürütenler delil ve belgeleri medyaya servis ederken, sanıkların avukatlarına dahi göstermemekte özel bir çaba harcadı.
Opesaryonun perde arkasında cemaate yakın isimlerin olduğu söylentisi de yayılınca HSYK aldığı kararla iki savcıyı görevlendirdi.
Görevlendirilen bu savcılar, soruşturmayı başından beri yürüten savcılara dahil oldu. Her bir sorgulamaya iki savcı girdi. Alınan ifadelerin 2 savcı tarafından imzalanmadan kabul edilmeyeceği özellikle vurgulandı. Böylece cemaate mensup olduğu iddia edilen savcıların haksızlık yapma ihtimallerinin önüne geçildi.
4 bakan hakkında daha operasyon başlamadan 530 sayfalık fezlekelerin hazırlandığı, polislerin önüne "İmzala" diye sürüldüğü gerçeği ortaya çıktığına göre, hükümetin önlem alması size doğru gelmiyorsa bilemem tabi...
Peki gerçekten cemaat bu operasyonun içinde yer alıyor mu?
İşin doğrusunu isterseniz buna kimse inanmak istemiyor. Ancak Cemaate yakın gazete ve televizyonların düne kadar karşısında olduğu Sözcü, Cumhuriyet, Aydınlık, Hürriyet gibi gazetelerle bir çırpıda aynı çizgiye gelmesi inanmak istemeyenlere bile "Evet cemaat bu işin planlayıcısı" dedirtiyor.
"Yapılan yolsuzluğun milyar dolarları bulduğu belirlendi" diyen bir televizyon kanalınız varken, cemaate bağlı yayın organları ve cemaatin tepe isimlerinin tamamı iktidara lanetler okurken, "Biz bu işin dışındayız" sözü, inandırıcılığını kaybediyor..
Filmlerden alınan seks görüntülerini, "Bu görüntüdeki Numan Kurtulmuş" diye yayan namussuzlara destek veren sosyal medyaki bazı kirli savaşçıları izleyenler ikna olamıyor.
Hal böyle olunca, Gülen Hocaefendi'nin "Hakimlere ve savcılara gerekirse rüşvet verip kendi tarafınıza çekin" konulu eski kasetleri yeniden servis ediliyor. "Rüşvet ve yolsuzluğun fetvasını veren sizdiniz" diyenlerin sayısı günden güne artıyor.
Cemaat sözcülerinin yolsuzluğa ve rüşvete bulaşanlara lanet okurken bir yandan da şu sorulara cevap vermesi gerekiyor:
1- Düne kadar 7/24 "Dershaneler kapanmasın" diyen tüm yayın organları sanki bu tartışma hiç yaşanmamış gibi davranıp dershanelerle ilgili tek satır yazmaması, tekbir habere yer vermemesi normal mi?. Hani asıl meseleniz dershane meselesiydi? Hani dershanelere dokunan gayretullaha dokunurdu. Bu yayınlar neden aniden bıçak gibi kesildi?
2- "Fethullah Gülen beni yolsuzluk işlerinde kullandı. Bir çok kişi ve kuruma rüşvet vermem için görevlendirdi" diyerek yıllarca cemaate etmedik hakaret bırakmayan Nurettin Veren nasıl susturuldu? Şu an cemaate bağlı bir kurumda görev başında mı, değil mi?
3- TGRT HABER'de, Hadi Özışık'ın sunduğu Basın Odası programında "Cemaat cemaatliğini, devlet devletliğini bilecek" diyen Egemen Bağış'a, Zaman Gazetesi'nin başındaki Ekrem Dumanlı tarafından "Bunu senden beklemiyordum. Alacağın olsun!" diye bir tehdit mesajı gönderildi mi, gönderilmedi mi?
Yolsuzlukla ilgili oluşan algının bir benzeri de cemaat hakkında da oluşmuş görünüyor. Bu sorular cevap bulmadan o algının değişmesi hiç de kolay görünmüyor.
Anlamak istemeyenler için özel dipnot: Hepimiz aynı Kıble'ye dönüyor, aynı Allah'a inanıyor ve aynı kitaba iman ediyoruz. Kaldı ki, bu inançlara mensup olmayanlar bile yolsuzluğa, rüşvete ve yetim malına el sürülmesine hoşgörüyle bakmaz, bakmıyor.
Bizim derdimiz, ülke ekonomisine son dönemde 87 milyar dolar katkıda bulunan Halkbank'a yapılan operasyona neden sessiz ve tepkisiz kalındığı. ABD Büyükelçisi'nin, "Halkbank konusunda uyarmıştık. Şimdi bir liderin devrilişini izleyeceksiniz" sözlerine neden sessiz kalındığıdır bizi yaralayan.
Yolsuzluğa adı karışanların elde ettiği 11 milyon dolar gündemde tutulurken, son bir haftada Halkbank dahil, devletin kasasından hortumlanan 40 milyar doların hesabının sorulmamasıdır bizi kahreden.
"Mesele sadece yolsuzluk değil arkadaş" dememiz bundan.
Sen hala anlamadın mı?
Kaynak:http://dunyagerceklerim.blogspot.com/2013/12/savc-polis-cemaat.html
0 Yorumlar