Yüzyıllarca beşer sahibe mülklük etmemiş olan bozkırın, Türk milletine bahşettiği devlet geleneğinin bir sonucu olarak; bu milletin pek çok yiğit evladı siyaseten arz üzerindeki davalarından el çektirilmişlerdir. Bu durum monarşi ve meşrutiyet yönetimlerinin sürdüğü yüzyıllar boyunca cumhuriyet’in teşkiline değin devam etmiştir. Ancak Türk milleti tarih sahnesinden geçen bu sayısız kahramanı hiçbir zaman unutmamış, onların isimlerini yeni vatanlarında, şehirlerinde, caddelerinde ve çocuklarının isimlerinde yaşatmışlardır. Tarihimiz benzer şekilde hakimiyet davası uğruna, bu davaya iştirak etmiş veya etmemiş pek çok ismin mezarı ile doludur.
O isimlerden birisi de; kaderin onu sürüklediği Suriye coğrafyasında eceli ile yüz yüze gelmiş olan ve büyük Türkiye Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Kara Arslan Gazi Süleyman Şah’tır. İsmini aldığı babası Kutalmış, Büyük Selçuklu Devleti’nin tahtı için mücadele etmiş ve bu uğurda hayatını vermiş bir şahsiyettir. Kutalmış, gücünü merkezi yönetimden memnun olmayan Türkmen aşiretlerine dayandırmış ve mücadelesini bu şekilde sürdürmüştür. Onun en büyük itirazı babası Arslan Yabgu ile alakalıdır. Arslan Yabgu, Selçuklu ailesine adını veren Selçuk Bey’in oğullarından birisidir. Kaderin ona “kut”u sunduğu dönemlerde o ve maiyetindekiler vatan garibi bir halde Maveraünnehir coğrafyasında mücadele içerisindeydiler. Zamanla kuvvet kazanması, bölgedeki diğer hakim güçler olan Karahanlı ve Gazneliler tarafından endişe sebebi ilan edildi. Arslan Yabgu, Gazneli Mahmut tarafından hileli bir şekilde ele geçirilerek hapsedildi. Onun hapsedilmesinden sonra ise devletin başına Tuğrul ve Çağrı Bey geçmiş bulunuyordu. İşte Kutalmış’ın isyanı burada başlar, onun en büyük eleştirisi Tuğrul ve Çağrı Beylerin Arslan Yabgu’yu kurtarmak adına önemli bir girişimde bulunmamasıdır. Zira bu durumdan muzdarip pek çok Türkmen, Tuğrul ve Çağrı Bey’in idaresinden çıkarak Irak-ı Acem diyarına göç etmişler ve Irak Türkmenlerinin çekirdeğini teşkil etmişlerdir.
Kutalmış, bu düşüncelerle yola çıkarak hareketini kısa sürede büyütmüş ve önce Tuğrul Bey’in ordusunu bozmuş ve başkent Rey’i kuşatmıştır. Daha sonra intikal eden Selçuklu birlikleri tarafından yenilgiye uğratılmaktan ise kaçamamıştır. Kutalmış’ın ters dönen kaderi, çocukları için de aynı şekilde tecelli edecektir. Süleyman Şah’ın ölümüyle sonuçlanan Ayn Saylam Savaşı’nın muzaffer komutanı Tutuş, Gazi’nin cenazesinde bir itirafta bulunarak bu gerçekliği ilan etmekten kendisini alamayacaktır; “Biz, sizlere çok çektirdik, sizleri kendimizden uzaklaştırdık, şimdi de böyle öldürüyoruz.”1 Tutuş, Sultan Melikşah’ın kardeşidir. Onun biz diyerek kastettiği taraf böylelikle netlik kazanmaktadır. Zira Süleyman Şah’ın Türkiye Selçuklu Devleti’ni kurarak Rum toprakları üzerinde gerçekleştirdiği fütuhat akabinde ulaştığı güç, İsfahan’da oturan Büyük Sultan’ı tedirgin etmiştir. Bu durum Süleyman Şah’ın ölümüne varacak olan olaylar silsilesinin ilk merhalesi sayılabilecek Antakya kuşatması sırasında yaşananlar ile sabittir.
Süleyman Şah ve kardeşleri daha babaları öldürüldüğünde bir süre esir tutulmuşlar, daha sonra ise Anadolu sınırlarındaki savaş alanlarına gönderilmişlerdir. Bunun amacı gaza yaparak hizmette bulunmaları olduğu kadar, şehit olarak bertaraf edilmeleri de olabilir. İlk geldikleri yer Diyarbakır, Urfa ve Birecik çevresidir. İlk faaliyet alanları da sonun geleceği yer olan Urfa-Halep-Antakya üçgenidir.2 Esasında Süleyman Şah, Anadolu’da bir otorite kurma ve Türkleştirme konusunda muktedir olmuş bir devlet adamıdır. Ancak fütuhat sahasını güneye, Suriye’ye kaydırdıkça ve fetihler silsilesini sürdürüp güçlendikçe Büyük Sultan’ın gazabından kaçamamıştır. Süleyman Şah Anadolu’nun büyük kısmını ele geçirmişti, ancak Anadolu’nun güvenliğini sağlayabilmek için Suriye’ye hakim olmak en başta geliyordu. Aynı şey Suriye için de geçerli idi. Hatta Patric Seale’nin de söylediği gibi “Suriye üzerinde doğrudan bir hakimiyete sahip olmadıkça hiç kimse Ortadoğu’yu hakimiyet altında tutamaz” denilebilir.3 Sultan Melikşah’ın Anadolu ve Suriye fetihlerini bir koordinasyon içerisinde yürütmesi buna bağlanabilir.
Jeopolitik öneme haiz bu bölgenin Süleyman Şah’ın dikkatini çekmiş olması muhtemeldir. Zira Süleyman Şah, Kilikya bölgesindeki Ermeni Prensliğine son vermek üzere harekatta bulunduktan sonra 117 yıldır Bizans hakimiyetinde bulunan ve Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen Antakya’yı gizlilik arz eden amfibi bir harekat neticesinde kuşatmış ve 12 Ocak 1085’te ele geçirmiştir. Bu durum tüm Ortadoğu’da, İran’da ve Avrupa’da büyük bir yankı uyandırmış ve Süleyman Şah’ın adını büyük bir coğrafyada meskun muhtelif ahalilerin dimağına kazımıştır. Lakin bu durum rakiplerini düşman mahiyetine sokma hususunda da önemli bir adım olmuştur. Kıskançlık, haset ve hırsın yenik düşürdüğü ademoğlu bir kez daha bu hastalığı sergilemekten geri durmamıştır. Çok net olarak bilinmemekle birlikte; muhtemelen Sultan Melikşah’ın da bilgisi dahilinde Süleyman Şah Suriye’de bir tuzağın içerisine çekilmiştir. Halep hakimi İbn Hutayti adında bir zat idi. İbn Hutayti, şehri teslim almak isteyen Süleyman Şah’a, durumu Büyük Sultan’a ilettiğini ondan gelecek cevabı beklediği haberini yollamıştır. Ancak diğer yandan iki taraflı oynayarak Suriye ve Filistin Selçuklu hükümdarı Tutuş’a da haber yollayarak kenti kendisine teslim edeceğini söylemiştir. Bunun üzerine Tutuş’un şehrin üzerine yürüdüğünü gören Süleyman Şah, kuvvetleriyle birlikte Suriye Selçuklu ordusu üzerine hücuma kalkmış ve 5 Haziran 1086 tarihinde iki ordu Halep’e 5-6 km uzaklıktaki Ayn Saylam’da karşı karşıya gelmiştir. Emir Çubuk ve maiyetindeki Türkmenler savaş esnasında Süleyman Şah’ın tarafından, Tutuş’un tarafına geçmişler ve savaştaki dengeyi etkilemişlerdir. Bizans ordularını bozduğu şekilde genel taarruza kalkan Süleyman Şah, Suriye Selçuklu ordusunu bozamamış ancak merkez kuvvetlerinin başında bulunduğu halde üstün gayretler göstererek sabırla savaşmıştır. Buna rağmen ordusunun mağlubiyetini önleyememiş ve askerlerinin çekildiğini görünce de savaş meydanından ayrılarak, atından inip kalkanını yere koymuş, oturmuş ve beklemiştir. Tutuş’un askerleri onu bulduğunda bir rivayete göre kendisini götürmek isteyenlere karşı koyarak savaşarak hayatını kaybetmiştir, daha güçlü olan bir başka rivayete göre ise üzerinde bulundurduğu bıçağı ile kendi hayatına son vermiştir. Böylelikle Anadolu’yu birkaç kez baştan başa kat ederek Bizans ve Ermeni orduları ile vuruşa vuruşa Türkmenler için yurt haline getiren Süleyman Şah, başarılarının neticesinde kaderin kötü tecellisi sonucu bir “kardeş kavgası” neticesinde hayatını kaybetmiştir.
O’nun ölümünden son derece üzüntü duyan Tutuş, ağlamış ve cesedini değerli kefenle sardırarak, Halep’e götürüp defnetmiştir. Kutalmışoğulları’nın olası egemenliğine karşı tedbirli davranmak isteyen Büyük Sultan Melikşah ise Antakya ziyaretinin ardından Süleyman Şah’ın çocuklarını gözetim altında tutmak üzere İsfahan’a götürerek tarihin tekerrürden ibaret olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Süleyman Şah’ın kurduğu ilk Türkiye devleti, Avrupalılar tarafından da benimsenmiş ve Avrupalılar Anadolu için bu tabiri kullanmaya başlamışlardır. Süleyman şah’ın oğlu Kılıçarslan, bir süre sonra Türkiye tahtına oturarak Haçlı saldırılarına karşı mücadele etmiş ve bu saldırıların akabinde Anadolu’daki Türk varlığı iyice perçinlenmiştir.
Süleyman Şah, şimdi yine Türkiye devletinin bir toprağı olan Caber kalesinde sınırlarımızdan 25 km uzaklıktaki ebedi karargahında istirahattadır. Ancak farklı idealler uğruna örgütlenmiş gruplar kendi aralarındaki güç savaşında kendilerine hedef olarak sadece sembolik manası olan bu türbeyi de koymuş bulunuyorlar. Süleyman Şah, Anadolu Türklüğü’nün üzerinde yaşadığı toprakların Fatihi ve teşkilatçısıdır, Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Selçuk Bey’in torunu ve Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Gazi’nin dedesidir. Yani Süleyman Şah, bizim çocuklarımıza okulda öğrettiğimiz tarihin ta kendisidir. Onun ismi bizim zihinlerimizde bölgesel, küresel veya evrensel hiçbir oyuna yedirilemeyecek kadar büyük olmalıdır. Süleyman Şah’ın türbesine erişecek bir ok, üzerinde oturduğumuz toprakların mazisine, şehitlerine, neferlerine, temeline ve külliyen bütün Türk milletinin anılarına, hatıralarına inmiş bir gürz olacaktır. Öyleyse o gün Ayn Saylam’da tek başına kalınca hiddetini, Ortadoğu’nun kanla yazılmış ve kanla yazılacak olan tarihine çarparcasına yere fırlattığı o kalkanı alıp, Süleyman Şah’ın bileğine takma görevi şimdi bugünün çocuklarındadır. Bunun için önce Süleyman Şah’ı yad etmek ve iade-i itibar etmek gerekir. Süleyman Şah’ın kim olduğunu ve nasıl o türbeye gittiğini öğrenince, milyonlar zaten önüne siper olacaktır.
1-KESKİN, Mustafa (2002). Gazi Süleyman Şah ve Türkiye Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu. Hasan Celal Güzel v.d. (Ed.), Türkler, Cilt 6, s. 535, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları
2-Aynı eser, s.530
3-MADEN, Fahri (2014). Suriye’nin Türkiye Geçmişi. Türk Yurdu, 317, s.17
4-ÖZTUNA, T. Yılmaz (1964). Türkiye Tarihi – Selçuklular ve Anadolu Beylikleri. Hayat yayınları.
0 Yorumlar